1938 Dersim (Tunceli) olayları sırasında, Erzincan’ın Bayburt sınırında bulunan köyümüzün hiçbir ilişkisi ( Alevi olmak hariç) olmamasına karşın, babamı da ailecek sürgün listesine alarak Aydın’a sürdüler. O günlerde ve o ortamda ilerici olmak, Atatürkçü olmak ve haklarını savunur yetenekte olmak geçerli bir şey değildi. İdare amirlerine, kayıtsız koşulsuz itaat etmek ve onların, yasal olmayan tüm emirlerini, sorgulamadan, yerine getirmek en geçerli davranıştı. Ama rahmetli babamın da hiç yapamayacağı, bu gibi davranışlardı.
Büyük yetkilerle donatılmış bir Bucak Müdürü için, babam, en sakıncalı bir kişidir.
Bunun (A.Rıza Karsu’nun) hemen sürgünler listesine alınması şart. Sorgu-Sual yok.
Babam, o sıra Yalova’da bulunan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye telgraf çeker.” Hiçbir kusurum olmadığı halde ve Sarıkamış Savaşına giden son alayın süvarilerinden ‘ Kuzuçan oğullarından Mahmut oğlu Ali Rıza’ olmama karşın, hiçbir suçum olmadığı halde sürgüne gönderiliyorum. Suçum saptandığı takdirde idam edilmeğe hazırım.” 27 TL verilerek çekilen Cevaplı yıldırım telgrafa ertesi gün gelen cevap ilginçti. Küçük bir çocuk olarak o gün belleğime kazınan yanıt,” Heyeti Vekile Kararı ile gönderiliyorsun. Yapılacak bir muamele yoktur.” Şeklinde idi.
Babamın elimden tutarak, gittiğimiz Erzincan Savcısının acıma duygulu yanıtı çok içtendi: ”Evladım, çocuklarının yetim kalmasını istemiyorsan, beklemeden çocuklarını al ve gönderilen yere git. Senin için en hayırlısı, acele buradan uzaklaşmandır.” Işık içinde yatsın o isimsiz savcı. Çocuk yaşımda bana Melek gibi görünmüştü. Hiç unutmadım o savcıyı.
İşte Aydın İlinin tren Garına, 1938 yılının bir bahar sabahı, Kara Vagonla gidişimiz böyle oldu.
Aydın’da Nazilli Köprübaşındaki Handa, birkaç gece sivrisineklerle baş başa geçirdik. İlk tanıştığımız sivrisinek savaşında, hepimizde hatırı sayılır yaralar almıştık.
Adını duyduğumuz Umurlu Bucağını istiyorduk, Aydın’a yakın, okuma olanağı var…
Ama orada Tunceli’den sürgün bir aile yerleştirilmiş diye, Türkçeyi bile tam konuşamayan, doğulu bir İskân Müdürü, bizi vermek istemiyor. İki sürgün aile, 6000 Nüfuslu Nahiyede isyan çıkarırlar diye diretiyordu.
Annem biz sekiz çocuğunu alıp, polisin görmez yanından, Vali Makamına daldı ve Vali Paşaya anlattı. Vali Paşa, bu nedene şaşırdı ve İskân Müdürüne, “Yahu kardeşim bu hanım benden de, senden de iyi Türkçe konuşuyor; bundan ne zarar gelecek, neden Umurlu’ya vermiyorsun. Hemen dediklerini yap bana getir; Umurlu’ya gönderelim.” Diyen Vali Paşanın emrini duyan annem durur mu?” Müdür bey, Müdür bey yalvardık yapmadın, şimdi gördün mü, DEVEDEN BÜYÜK FİL VAR! VALİ PAŞA SAĞ OLSUN, SANA YAPTIRDI!”
Vali Paşanın huzurunda, o Türkçe bilmez müdürden hayıfını almıştı, benim anam!
Uzun savaşımdan sonra Umurlu’ya yerleştik. Başöğretmen İbrahim Erkoldaş’ın yaptığı sınav sonucu 3. sınıfa alındım. İyi bir öğrenci olduğumu, tüm öğretmenlerim söylüyorlardı.
1941–1942 Ders yılında Umurlu İlkokulunu pekiyi derece ve birinci olarak bitirince, okul benim ve sınıf ikincisi gelen Haydar Erel’in belgelerini İzmir Kızılçullu köy enstitüsüne kayıt yapılmak üzere göndermiş ve bize de beklememizi söylemişti öğretmenlerimiz.
Çok bekledim yanıt gelmedi. Bu beklemem bir yılımı yitirdi. Arkadaşımı almışlar.
Ertesi yıl Erkek Sanat Enstitüsüne yazıldım ve oradan da sınıf biricisi olarak mezun olduktan sonra, Yıldız Yüksek Teknik Okulundan 1952 yılında Makine Mühendisi olarak, Haziran’da mezun olan 3 Kişi den biriydim. Fabrikalarda, Sulamalarda, Barajlarda, TCDD, DSİ, İller Bankası Merkezlerinde Çalıştım diyebilirim.
Yıllar sonra rastladığım rahmetli öğretmenim H.Vasfi Dinçer’e, Köy Enstitüsüne neden alınmadığımı, sorduğumda Rahmetli Vasfi Bey,” Sürgün gelmiştiniz, o nedenle seni almadılar, üzülürsün diye sana söyleyemedik. Bizde çok üzülmüştük.” Diye yanıtlamıştı.
Nurettin Karsu