Şimdiye dek, ayrım çağrıştırdığı için, hiç kimseye söylemek istemediğim Şeyh Mehmet Aşireti mensubu olan ceddim, Horasan’dan Dersim’in Nazimiye İlçesine bağlı Xarik (Doluca) köyüne gelip yerleşir. Burada uzun süre oturduktan sonra, tahminen 1850 yıllarında, büyük dedem 5 oğlunu ve altına çevirip taşınır bir kasaya koyduğu servetini de yanına alıp köyden ayrılır. Önce, eski adı Kuzuçan olan Pülümür ilçesi civarında bir süre oturduktan sonra, Erzincan’ın Başköy Yaylalar Köyü’ne konar. Yaylalar ‘da bir süre oturduktan sonra, Başköy’e bağlı, gene bir dağ yamacı köyü olan Eski Gelengeç köyüne taşınır. Bir süre sonra da (yaklaşık olarak 1870 yıllarında) bu yamaçtan, şimdiki yerine, eski adı Şinişka olan viran bulunan düzlükteki tarihi kalıntının temelleri üzerine köyü kondururlar. Böylece konan köy, Dedemizin elindeki kasa nedeniyle Karso lakabı da eklenerek, Karso Gelengeç köyü adını alır. Zaten Pülümür’den beri ailemizin halk arasındaki lakabı, elindeki çantadan dolayı, Karso idi. 1950 yılından sonra adı Büyük Gelengeç olarak değiştirilmesine karşın halk arasında Karso Gelengeç adı daha yaygındır. Otlukbeli Savaşının yapıldığı Otlukbeli ile köyümüz arası kuş uçuşu takriben 12 kilometredir.
Soyadı yasası çıkınca, aile lakabımız olan Karso, bucak müdürü tarafından, “yasa eski adları kabul etmiyor” gerekçesiyle reddedilmiş. Babam da, Karso yerine soyadımızı Karsu’ya dönüştürerek kabul ettirmiş. Zamanın nahiye müdürleri kral yetkisine sahipti. Onlar ne derse yasa hükmünde idi, onun için Karso adı değiştirilerek Karsu olmuştur.
1926 yılının bir kış günü koç katım ayında doğdun diyordu, pamukta değil, beni höllükte büyüten anam. Tandır üzerinde sac da kavrulan Höllük ‘ özel toprak’ soğuktan korunmamızı, daha doğrusu yaşamda kalmamızı sağlıyordu. Kavrulmuş höllükte, bizi kundağa beleyip sarmalayınca kaloriferli yatağımız olurdu kundak. Şimdi höllüğü bilen pek yok. Sadece bir türküsü kalmıştı, onu da yandaş TRT programından çıkardı, mutlu kıldıkları yandaşları mutsuz etmesin diye. Türkü, “Eledim eledim Höllük eledim / Aynalı beşikte bebek beledim” diye başlar, devam ederdi. Köyde ve yakın çevremizde okul olmadığı için babam kendi kıt olanakları ile, okuma yazma bilenleri bulup, okur/yazar olmamız çabasındaydı. Henüz kendimizi tanıyamadan sürgün olmayı tattık. Alaca bir gecede ışığı görmeden, karanlık bir geleceğe atılmış oluyorduk ailece.
Sarıkamış Savaşına giderken, Rusların baskınıyla Ordumuzun bozguna uğraması sonucu, Aşkale’den geri dönen Erzincan Seyyar Jandarma Taburunun 3. ve 4. Bölük süvarilerinden olan babam Ali Rıza Karsu’nun sürgün edilişinin nedeni bir türlü anlaşılamıyordu. Bu neden, olsa olsa, günün egemenlerine karşı kendisini savunabilir yetenekte olması ve bölgede saygın bir konumda bulunması olabilirdi. Dersim katliamından sonra sürgüne gönderilen birçok suçsuz ve mağdur aile arasına, derin devletin bucak müdürü bizi de katmıştı. Erzincan’ın her Alevi köyünden, hakkını savunabilenlerden kalanları da Dersim kervanına katarak sürgün etmek, egemenleri mutlu ediyordu.
Sürgün gittiğimiz Aydın/Umurlu Beldesinde sıkıntılar ve yoklukların çilesini çeke çeke, yaşamımızı zor koşullar içinde sürdürdük. Irgat olduk pamuk çapaladık, amele olduk pamuk suladık, pamuk topladık, gece incir kooperatifinde çalışıp, gündüz öğrenci olup okula gittik. Öteki olduk horlandık. Asker öldürmekle suçlandık. Türkmen/Alevi iken Kürt diye çağrıldık; hep suçlu görüldük. Yaşımız da küçük olduğu için iş bulmada zorluk çekiyorduk; ama geçim için çalışmak zorunda idik.
İlk işe, Şekip Bayırlı’nın babası Kemal Bayırlı’nın pamuklarını toplama ile başladık. Yevmiye 20 kuruş. Yıl 1939 son baharı.
İlk pamuk çapasına gittiğim gün akşamı eve gelince babamın gizli gözyaşlarını görünce anneme nedenini sorduğumda, “senin işe gitmene baban çok üzüldü” Cevap beni de çok üzmüştü. Köyde bana “Süslü” atı almıştı, beni okutup “öteki” olmaktan kurtarma hayali vardı babamın; âmâ şimdi Büyük Menderes ovasında pamuk çapası, pamuk sulaması ve pamuk toplama işçisi olmuşum. Haklı değil miydi babam? Düşünün bir kez, evinizde 7-8 işçi/çoban çalışırken, sürgüne gönderilip siz işçi olmak zorunda kalıyorsunuz, hiçte günahınız olmadan ve bir de 12/13 yaşlarında, bir büyük hamalın yaptıklarını yapmak koşuluyla. Menderes’ten 2 ila 4 metre yüksekte olan pamuk tarlasına su taşıyan kanalın kontrolü de bazen bana veriliyordu. Su kanalı patlatırsa, işçiler gelinceye dek tüm kanal çökmesin diye elbise ile patlak yerin önüne yatarak çamura gömülmekte benim görevimdi. Hele türbin dedikleri pompa su kaçırmışsa tenekelerle Menderes’ten su taşıyarak onu doldurmak bana en ağır gelen işti.
İlkokulu, sürgünden önce köyde bana ders veren eniştem Hıdır Koç’un 30 günde öğrettikleriyle, girdiğim sınavda Umurlu İlkokulunun 3. Sınıfına kabul edilerek, kardeşlerim gibi hem işçi olarak çalıştım hem de okudum ve ilkokulu birinci olarak bitirdim. Okulu birincilikle bitirdikten sonra Öğretmenler kurulu kararıyla Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne birinci olarak aday gösterildim. Sürgün çocuğu olmam nedeniyle, alınmadığımı, yıllar sonra üzüldüğünü de ekleyerek bana anlatan hocam Hasan Vasfi Dinçer’den, mühendis olmak üzere iken öğrendim. Kızılçullu Köy Enstitüsü yönetimi, sınıf birincisi olan beni değil, sınıf ikincisi olan Haydar Erol’u almış ve beni ötelemişti. Ayrıca beni bekleterek bir yılımın boşa gitmesine de neden olunmuştu. Orta öğrenimimi Aydın Sanat Enstitüsü Torna Tesviye Bölümünden her yıl iftihar listesine geçerek, okulu birinci olarak bitirdim. Yüksek Öğrenimimi, Türkiye ölçeğinde yapılan sınavda 7. olarak kazandığım İstanbul Yıldız’da 1948-1952 yılları arasında, 4 yılda tamamlayarak Haziran 1952’de mezun olan 3 kişiden biri olarak Makine Mühendisi oldum.
Aynı yıl Aydın-Umurlu’da ünlü Posacı ailesinden Mustafa/Ayşe Posacı’ların kızı Leman (Posacı) Karsu ile evlendim. Selçuk, Serdar, Sibel adında 3 çocuğumuz oldu. Selçuk ODTÜ yi, Serdar İTÜ yi bitirerek mühendis oldular. MİT in çocuklarımı kaçırması nedeniyle kızım Sibel’i yüksek eğitimden çekmek zorunda kalmıştım.
Makine Mühendisi olup kendi isteğimle ilk atandığım görev, DSİ Denizli Şube Müdürlüğü Makine ve Kontrol Mühendisliği.
İkinci atama yerim, gene kendi isteğimle Aydın DSİ Şube Müdürlüğü Nazilli Makine Şefliği.
1953-1954 39. dönem yedek subay okulu ve subay olarak 18 ay askerlik yaptım. Mühendis azlığı nedeniyle ve DSİ’nin de ihtiyaçları göz önüne alınarak, Bakanlar Kurulu kararı ile DSİ Ankara 5. Bölge Müdürlüğünde askerliğimi tamamlamama karar verildiği için 5. Bölge’nin Kayseri Şube Müdürlüğünde Kontrol Mühendisi olarak terhise dek çalışmaya başladım. Damsa Barajı kontrol bölgem içindeydi.
Askerliğimi bitirdiğim 30 Nisan 1955’de mecburi hizmetim olduğu için tekrar DSİ Genel Müdürlüğünce Kemer Barajı İnşaat’ına atandım. Şantiye şefi ve Baraj Makine ve Teçhizat Başmühendisi olarak yaklaşık 4 yıl, başlangıcından bitimine dek çalıştım. Baraj Fransız EMC ve RAR adlı bir Türk-Fransız ortaklığından oluşmuştu. Bu baraj, Demokrat Parti’nin ilk başlattığı 5 büyük projeden biri idi.
Çok çalışkan olmama karşın, uysal olamadığım için, Genel Müdür Süleyman Demirel ile uyum sağlayamadığım, ters düştüğüm için, barajda işletmede kalmam beklenirken, Hirfanlı Barajı’na atamam yapıldı. Üstelik evimi naklettiğim Hirfanlı Barajında, boş lojman olmasına karşın, bana verilmemesi için bölge müdürüne Demirel tarafından sıkı emir verildiğini öğrenince, Genel Müdür Süleyman Demirel’e ağır bir mektup yazmamdan sonra da işime son verildi.
Bir süre Aydın/Umurlu’da dinlendikten sonra Sümerbank’a ( Erzincan fabrikası için, Aydın Milletvekili ve eşimin akrabası Necati Çelim aracılığı ile) başvurdum. Müracaatıma 3 ay sonra yanıt gelmesi, yani 3 ay işsiz kalmam, hayatta beni en çok, en uzun etkileyen olay olmuştur.
Ekim 1958’de Erzincan Sümerbank İplik ve Dokuma Fabrikası’na, İşletmeler Şefi olarak atandım. Yararlı bir çalışma temposu ile işlerimi yürütürken, Erzincan’a atanmış genç, atılgan, bir de üstelik Alevi bir mühendis olarak halkın bana karşı gelişen sevgi ve sempatisi DP’li milletvekillerini tedirgin etti. Milletvekili adayı olmam olasılığından ürken Demokrat Partililer, Adnan Menderes’e ulaştılar. Bir yılı yeni doldurmuşken, rütbe tenzili ile Adana’daki küçük bir çırçır fabrikasına, sıra mühendisi olarak, acele telgraf emriyle atandım. Gitmedim ve direndim.
Halk, Başbakan’a ve Sümerbank Genel Müdürü’ne yüzlerce telgraf çekmişti kalmam için, ama sonuç alınamadı. Aynı zamanda Ankara DP İl Başkanı olan Sümerbank Genel Müdürü Mehmet Akın, beni acele Ankara’ya çağırarak, 6 ay sonra tekrar Erzincan’a dönmek koşulu ile, nereyi istersem atayacağını söyleyince, yeni kurulma aşamasında olan Aydın Tekstil Fabrikası’na atanmam üzerine anlaştık. Ancak Genel Müdür Mehmet Akın, Adana Çırçır Fabrikasında işe başlayıp bir gün çalışmam ve acil telgrafla yapılan atamanın, yerine getirmem koşulu vardı. Ben de evet dedim ve öğünün tek hızlı ulaşım aracı olan Mototrenle gidip, bir gece kalıp, harcırahımı da alarak ertesi gün Ankara’ya döndüm ve Aydın Tekstil’e atanma belgemi aldım. Garip gelen, Genel Müdür Mehmet Akın’ın bir günlük atama koşulu, herhalde Türkiye’de bir ilk olsa gerek. Aydın Tekstil Fabrikasındaki çalışmam 6 ayı doldurmak üzereyken ve ben Erzincan’a dönmeyi hayal ederken, 27 Mayıs 1960 İhtilali her şeyi unutturdu. Genel Müdür Mehmet Akın’da Yassıada’ya gidenler arasındaydı. Hem Sümerbank Genel Müdürü hem de Demokrat Parti Ankara İl başkanı olduğu için askerler onuda suçlamışlardı. Kendisini rahmetle anıyorum.
1959-1966 arasında 6,5 yıl Aydın Tekstil fabrikasında, montaj ve üretimde başarılı çalışmalarım oldu. İlk kez Türkiye’nin poplin ve kot kumaşlarını biz ürettik. Fabrikadan 4-5 takdir name aldığım oldu.
1966 Mayısında İller Bankası Genel Müdürü Vedat Önsal’ın daveti üzerine, İller Bankası Makine ve Sondaj Dairesi Başkanlığı’na atandım. Belediyelerin birikmiş yer altı su gereksinimlerini, aldığım önlemler ve şantiyelerin tümünü 24 saat çalıştırmak koşulu ile çözmeye çalıştım. Bir yılda, benden önceki 4 yılda yapılan işleri toplamı kadar iş yaptım.
Genel Müdür Vedat Önsal’ın TCDD Genel Müdürlüğüne atanması üzerine 1967 Ağustos ta gene TCDD Genel Müdürü’nün daveti ve benim de kabul etmem üzerine, TCDD Genel Müdürlüğü Malzeme Dairesi Başkanlığı’na atandım. Demiryollarında yaptığım yenilikler, reform nitelikli çalışmalar birçok kişiyi şaşırtır düzeyde olmuştur. Osmanlı’dan kalma ve demiryolu boyunca serpilmiş eski ray, eski köprülerin toplatılıp satılması, TCDD’de ilk kez STOK KONTROL sistemini koyarak malzeme ekonomisi sağlamam, tüm ihalelerde şeffaflığı getirmem ve benzer önlemler almam, BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU raporlarında TAKDİR ile belirtilmiştir.
Bütün bu verimli çalışmalarıma ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun dairemi TAKDİR edici raporlarına karşın, Demirel ile aramızdaki doku uyuşmazlığı nedeniyle “Daire Başkanlığı’ndan İstanbul Haydarpaşa Buharlı Depo Şefliği ( şef ilkokul mezunu) emrine sıra mühendisi” olarak naklimin yapılması herkesi şaşırttı. Yılmadan, Danıştay’a dava açarak, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Raporlarını da sunarak göreve iademi sağladım.
Henüz 1973 Genel Seçimleri ‘ne 3 ay varken, düşündüğüme koşut bir davet gerçekleşti. İçinde İl Başkanı Hüseyin Tiryaki ve Merkez İlçe Başkanı Ali Çelik başta olmak üzere, Erzincan CHP İl ve Merkez İlçe Yönetim Kurullarının Ankara’ya gelerek, benden CHP’den aday olmamı istemeleri üzerine, zaten bunu düşündüğümü belirterek kendilerine teşekkür ettim.
Ancak adaylığımı koymak için Erzincan’a gittiğimde, Yüksek Seçim Kurulunun yayımlanan bildirisinden, Erzincan milletvekili sayısının 4 den 3 e düştüğünü ve bu nedenle de benim seçime girmem için Ankara’ya gelip çağrıda bulunan CHP İl ve İlçe Örgütünün yanıma gelmedikleri gibi, karşıma geçtiklerini öğrendim. İl Başkanı Hüseyin Tiryaki’nin benim için yapılmış akşam daveti, öğlen ajansının Yüksek Seçim Kurulunun bildirisi üzerine yerine getirilmedi. Onlar, önceki seçimde CHP nin oylarının AP nin altında olduğunu bildikleri için ancak bir milletvekili alınabileceğini düşünmüşlerdi.
Seçim sonucu yanıldıklarını anladılar ve sonuç Hasan Çetinkaya’ya yaradı, İl Başkanı olan ve benimle birlik olmayı teklif eden Hüseyin Tiryaki yanlış hesap lama sonucu, kendi yaptığı yanlış hesap nedeniyle milletvekilliğini kaçırdı. Bu karar bir evvelki 1969 seçimlerinde CHP nin oyunun AP nin altında olması nedeniyle hesaplayıp almıştı İl Başkanı Hüseyin Tiryaki.
1973 Eylül önseçiminde büyük farkla liste başı oldum ve CHP’nin oylarında büyük artış yaparak milletvekili seçildim. Özellikle kırsal yöre oylarının %80’ini alma mutluluğuna eriştim. Halkımdan gördüğüm özel ilgi iş yapmam konusunda beni kamçılıyordu. Önceki seçimlerde AP’nin gerisinde olan CHP bu kez ( CHP % 45.31, AP % 25.55 ) oylarını ikiye katlamış iki milletvekili, bir senatör ( Nurettin Karsu, Hasan Çetinkaya ve Niyazi Ünsal) kazanmıştır. AP sadece bir milletvekili çıkarmıştır.
1977 genel seçimlerinde de, önseçimde aldığım oy ikinci gelen Lütfü Şahin’in aldığı oyun iki katıydı. Liste birincisi olarak ve fazla çaba harcamadan ikinci kez milletvekili seçildim. Bu seçimde de CHP oyları %45’i görürken, AP oyları %27’de kaldı. 3 milletvekilinden ikisini yine CHP olarak biz almıştık.
TBMM’nin en devamlı üç üyesinden biri olduğum, basına da yansımıştı.
Birinci dönem, TBMM’de en önemli yere sahip ve 50’şer kişiden oluşan Bütçe ve KİT Komisyon’larından KİT Komisyonu’na üye seçildim. 1977 seçimleri sonrasında 50 üyelik KİT Komisyonu İkinci Başkanı seçildim, birinci başkan tüzük gereği Senato’dan seçiliyordu.
İki dönem yaptığım hizmetleri halkımın değerlendirmesine bırakıyorum.
Yaptıklarım, savaşımın anıların da, sitemde ki belgelerimde yazılıdır.
Milletvekili olduğum sürece, aldığım oylara ve halkıma hiç ihanet etmedim. Tüm çabalarımda ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ ve ULUS BİRLİĞİNİ ön planda tutarak yolsuzlukla, yoksullukla, işsizlikle, karanlıkla… Korkmadan, yılmadan didiştim, savaşım verdim. Beni seçenlerin dertlerine çare olmaya, ezilmişliğin çemberini kırmaya, tüm gücümle gece gündüz çalıştım.
Erzincan ovasından geçen Fırat’ın, sağ sahilini sulamaması, Baraj yaparak gelmiş biri olarak beni rahatsız etmişti. 1974 programına alınarak yapılmasında katkımı hiç eksik etmedim. Sağ sahilin Fırat suyuna kavuşması en çok beni mutlu etmiştir.
İllere dağıtılmak üzere 14 adet iki yıllık Eğitim Enstitüsünün açılacağını duyunca, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’ı, saat 17 00 de makamında yakalayarak, bir tanesinin Erzincan’a verilmesini rica ettim. Bakan : “Büyük iller varken küçük bir ile vermek mümkün değil” deyince aramızda çıkan tartışmadan sonra, üzüntümü belirterek ve kapıyı çarparak ayrıldım. Gece saat 03.00 sularında telefonla beni arayan Rahmetli Bakan Üstündağ, “Sayın Karsu, çabanı takdir ederek, küçük il olmasına karşın, iki yıllık yüksekokulu size ve Erzincan’a veriyorum; ilgililere kendin duyur ki bu çaban bilinsin.” demesi beni mutlu ettiği gibi, sabaha dek telefonla ulaştığım Erzincanlıları da çok sevindirmişti. Nasıl sevinmezler? İlk kez 1974 de Erzincan da bir Yüksekokul açılıyordu.
İLGİNÇ BİR NOT: O okuldan mezun olanların çoğu, 12 Eylül 1980 İhtilali sonrası siyasi yaşamım boyunca, hep karşımdaki cephede yer aldılar. Ama HALK beni efsane gibi görmüştü Bu da bana yetiyordu.
Ulaşım olanağından yoksun bulunan ILIÇ, KEMAH, KEMALİYE, DİVRİĞİ halkının Erzincan’a kolayca, günlük ulaşımlarını sağlamak için 1 Mart 1974günü işlemeye başlayan “Divriği-Erzincan ARA TRENİ ”ni, eski bir demir yolcu ve yeni bir Milletvekili olarak, Demiryolları Genel Müdürü Ahmet Sarp’la yaptığım çok çetin tartışma sonunda kabul ettirebilmiştim. Halk bu trenin adını Karsu treni koymuştu. Tren işletmeye alınmadan 2-3 ay önce halka mektup yazarak 1 Mart’ta ara tren işleteceğimi bildirmiştim. İlk seçim gezilerimi yaparken, kara yolu olmadığını görerek, kimsenin talebi olmadan bu işi planladım. Halen bu tren çalışmaktadır.
Lise son sınıflarda okutulan Felsefeye Başlangıç kitabındaki, Alevileri aşağılayıcı bölümleri hayretle gördüm. TBMM kürsüsünde gündem dışı söz alarak sert bir konuşma yaptıktan sonra kitabı yırtarak kürsünün önünde oturan Başbakan Demirel ve Milli Eğitim Bakanı Naili Erdem’in başına fırlattım. Bu konuşmamın ses kasetleri tüm Türkiye’ye kendiliğinden dağıldı. Halktan, bu konuda yüzlerce mektup aldım. Konuşmam sitem de mevcuttur.
Büyük kavgalar sonucu, tüm köylerin elektriklenmesini, 1976’dan itibaren programa aldırdığımı ve elektrik verdirmeye başladığımı, tüm Erzincanlılar bilir.
Okulsuz köylere okul, yolsuz köylere yol, susuz köylere su vermek için, gece gündüz demeden çalıştığımı o dönemde yaşayanlar iyi biliyorlar.
Atatürk’ün laik Türkiye’sine yakışmayan ırkçılığın ve şeriatın hep karşısında oldum ve hep kavga verdim.
Maraş, Çorum, Sivas, Erzincan, Malatya olaylarında mecliste ve grupta eleştirilerimi yüksek sesle dile getirdiğimi herkesin bildiğini sanıyorum. Maraş olaylarında gerçeği yansıtmayan beyanat veren İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’yı, Başbakan Ecevit’in itirazına karşın, kürsüden sert eleştirimle istifa ettirdim (Cumhuriyet manşetledi).
Pir Ahmed-i Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Nesimi, Hallacı Mansur’ları ve cemevlerini mecliste göğsümü gere gere açıklıkla dile getirirken birçok kavga verdim. Bu kavgalarda Atatürk İlke ve Devrimleri daima rehberim oldu. Çünkü ezilen yoksul halkımın mutlu olması o ilkelere bağlı ve benim kutsalımdı.
SONRA, 12 Eylül 1980 Faşizmi geldi ve bu yaptıklarım nedeniyle beni TUTUKLADI. Sorgulanacak bir suçum bulunmadığı için bir ay sonra yargısız bırakıldım.
2+7=9 yıllık siyaset yasağından Erzincan’da açılan 7 uyduruk dava ve parti kongreleri için Erzincan’a gittiğimde, fırsatçılar ve adaylıkta gözü olanlar beni görmezden geldiler. Bunların sayıları Erzincan’da 40-50 kişiyi geçmiyordu. Ama beni tanıyan halk, beni de, yaptıklarımı da unutmadı.
Tevazuu bir yana bırakırsak, Tabulara değinen konuşmalarımı ve olağanüstü çalışmalarımı görenlerin dilinden düşmeyen bir efsane oldum.
Siyasi Hayatımda hiç yalan söylemedim. Yapmam istenenlere, yani dileklere “yapacağım” demedim, yapmaya çalışacağımı söyledim. İnandığım Öğreti de bunu gerektiriyordu.
İşte binlerce halk mektubundan birkaç tane örnek: