Yıl 1978, ülkede kargaşa hüküm sürüyor, anarşi de acımasız can alıyordu.
Maraş, Çorum, Sivas, Malatya, Erzincan… Olayları şiddetini artırarak devam ediyordu. Alevi’leri, solcuları ezmek ve sindirmek amaçlanıyordu.
TBMM de ve CHP gurubunda söz alarak, bu zulmün önüne geçilmesini Ecevit Hükümetinden beklediğimizi, ama hükümetin bunu önlemekte aciz kaldığını, yüksek sesle dile getirerek, oldukça ağır konuştum.
Yoksul halk ve Aleviler umudunu Ecevit’e bağlamıştı ve Ecevit’te şimdi iktidar koltuğuna oturmuştu. Bu beklentide hepimiz haklıydık. “Ne Ezilen ne de Ezen, Hakça, İnsanca bir Düzen” sözümüz vardı, halkın temsilcisi olarak, bu vaadin tutulmasını istiyordum ben.
Ecevit Hükümeti cinayetleri durduramamıştı, ölümlerin sonu bir türlü gelmiyordu.
Maraş olaylarında, Ecevit’in İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ilk günde, yanlış tanı koymuş ve sağcıların camiye attığı bombanın solcularca atıldığı izlenimi yaratmıştı. Bu haber sağcıları daha da şımartmış ve 101 Alevi Canın ölümüne neden olmuştur. Camiye atılan bombanın sağ militanlar tarafından atıldığı, sonradan kanıtlanmış ama iş işten çoktan geçmişti.
Ecevit Hükümeti, Maraş’ta 3 gün süren ve savaş andıran sağ terörü durduramamıştı. Sol’um, Sosyal Demokratım diyen iktidara ve Devlete karşın, Maraş Katliamı üç gün devam etmiştir.
Bunun üzerine, CHP Gurubunda söz alarak uzun bir konuşma yaptım. Ecevit Hükümetini ve özellikle İçişleri Bakanı Özaydınlı’yı çok sert bir şekilde eleştirdim ve İçişleri Bakanının derhal istifasını istedim. Ecevit söz alarak “bakanıma sahibim” dediyse de, İçişleri Bakanı, benim eleştirilerimi gerekçe göstererek istifa etti.
Bu kargaşa süreci devam ederken Çorum olayları meydana geldi.
Çorum’da da kestaneler ateşe sürülmüş ve Alevilere tuzak hazırlanmıştı. Vahşet orada da acımasızdı, yapılanlar kısmen basına yansıyordu.
Bu günlerin ertesinde, Basın mensubu bir arkadaş bana gelerek, Çorum olayları sırasında yakından çekilmiş, çok ilginç ve çokta acı, iki fotoğraf gösterdi. Gazeteci gençten istediğim fotoğrafları veremeyeceğini söyleyince, Ecevit’e birlikte giderek göstermeyi önerdiğimde de memnuniyetle kabul etti, bunun için getirdiğini söyledi.
Başbakan Sayın Ecevit’i Meclisteki Makamında ziyaret ederek, gazeteci ile birlikte fotoğrafları masanın üzerine yaydık. Fotoğraflardan biri, başı gövdesinden ayrılmış ve yakılmış, kömür olmuş ama insan olduğu net görülüyor. İkinci fotoğraf ise, bir erkek cesedi ama başının derisi yüzülmüş sırt üstü yatar durumda.
Sayın Ecevit fotoğrafları görünce, Onun da bizim gibi çok üzüldüğü kuşkusuz.
Bu anarşinin önlenmesini halkın beklediğini ve halkın, özellikle de Alevilerin tedirgin olduğunu, korktuğunu söyleyerek, Ecevit Hükümetinin önlem almasını istedim.
Bir süre sonra, işleri için Ankara’ya gelmiş olan 4 köy muhtarı, işlerini bitirdiğimden sonra, bana, “Ecevit’i de görmek istiyoruz, bizi tanıştır” dileğinde bulundular. Özel kalem müdürü Salih’in “meşgul” demesine karşın, Muhtarları alarak, TBMM deki odasına, protokol kurallarını beklemeden, götürdüm.
Makam odasının kapısını açar açmaz, fazla meşgul etmeyelim diye, Ecevit hemen fırlayıp, ayak üstü konuşalım amacıyla, kapı aralığında bizi karşıladı, ben, “Sayın Başbakanım, bu Muhtar hemşerim sizi görmek istediler, gidecekleri için hemen getirdim.
Muhtarların oturmasına olanak vermeden ayaküstü bir hal hatır, daha doğrusu bir el sıkma ile bitirmek istiyordu Ecevit.
Ben, Sayın Başbakan, muhtarlar da anarşiden rahatsızlar, bunu da size iletmemi istiyorlar, tedirgin olduklarını söylüyorlar. “İktidarımızda da gene biz eziliyoruz” diyorlar.
Sayın Ecevit oldukça tedirgindi. Söylediklerimden sonra bana,” Sayın Karsu, sizinkiler de silahlanıyorlar, sizden ricam bunu önleyelim” demesin mi?
Ecevit’ten hiç beklemediğim bu tümce, gerçekten beni yaralamış ve yanımdaki 4 muhtarı da oldukça üzmüştü. Tepem atmıştı, hiçbir makamı sayacak halim kalmamıştı. Ecevit’e gereken yanıtı vermeliydim.
“Sayın Başbakanım, sizinkiler dedikleriniz, kelle koltukta sizin için kavga veriyorlar, dağa-taşa sizin adınızı yazıyor, çocuklarına sizin adınızı veriyorlar, tüm zorluklara göğüs gererek, oylarını sizden başkasına vermiyorlar, kelle pahasına sizi tutmağa devam ediyorlar. Kurbanlarını sizin için veriyorlar, Siz de hala sizinkiler diyorsunuz.” Ben bunu anlayamadım, diyerek makamdan sert bir tavırla ayrıldım.
Ecevit’i öpmek için gelen muhtarlar da şaşıp kalmışlardı. Elini öptüler ama kendisini Öpmeyi başaramadılar.
Hey gidi dağa-taşa adını yazdığımız ‘halkçı Ecevit ’ Bizi şaşırttı. Muhtarlar da şaşkın gittiler.