Herkes gazeteci Fikret Otyam’ı Alevileri iyi tanır, törelerini, cemlerini herkesten önce 1955 yıllarında yazan ve onların HÜ dost deyişlerini dizi yazıları ile anlatan, Alevileri seven diye bilir.
Ben de öyle tanıyor ve düşünüyordum. Yanılmışım. Hiçte öyle değilmiş. Bakın nasıl:
Erzincan Milletvekiliyim, Ülkücülerin ve sağın tüm ülkede estirdikleri anarşi, Erzincan’da da önlenemez boyutlara tırmanıyordu.
Kasım 1976 da Erzincan’da estirdikleri terör sonucu, birçok Alevinin işyeri tahrip edilmiş, Alevi esnafın zararı büyük boyutlara ulaşmış, yoksul duruma getirilmişti.
Haberi gün boyu telefonla takıp ediyordum. Olay gece geç vakte kadar devam ediyordu. Bana düşen bu olayı TBMM’ne götürmek ve basına da haber yaptırmaktı. Bende, sola en yakın ve CHP ile ilke birliği içinde olan Cumhuriyet Gazetesine ulaştırmak istedim.
Gece telefon açarak Cumhuriyet gazetesini aradım; karşıma nöbetçi olarak Fikret Otyam çıkmaz mı? Ben karşımda Otyam’ı görünce, olayı daha iyi değerlendireceğini düşünerek, rahatlamıştım.
Olayı, günün heyecanı ve partililerimize verilen acıların etkisinde kalmış duyarlı kişiliğimle, o an kendime yakın olduğunu düşündüğüm ve umduğum Fikret Otyam’a anlatarak, bu güncel acı olayın yarınki Gazetede yer almasını beklediğimi söyledim.
İnandığım, güvendiğim solcu Fikret Otyam’ın bana verdiği yanıt çok ilginçti:” Sen beni delegen mi sanıyorsun, ben senin delegen değilim.” Cevabı beni çok şaşırmıştı. Cumhuriyet Gazetesinde çalışan bir kişinin, hele sol konusunda iddialı olduğunu belirten bir kişinin, ezilen halka karşı duyarsız kalması, algısız lığı beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Bir gazeteci olarak ta ‘ Bir Milletvekilinin kendisini seçen bir delegeye emir vermesi hiçbir zaman akla gelmez, olsa olsa delege Milletvekiline isteklerini söyler.’ Kendisini ‘Duayen gazeteci’ sayan Otyam bundan da habersizmiş.
Erzincan olaylarının üzüntülerime birde Otyam’ın yanıtı eklenince kızgınlığımda o ölçüde artmış olarak, “bir gazeteci ve hem de Cumhuriyette çalışan biri olarak bu haberi görev saymalısın.” diye yanıtlayınca, Otyam, O güne dek yazdıklarında, adeta samimi olmadığını ortaya koyan dengesiz bir tavırla “ ulan Kızılbaş sen kim oluyorsun da bana emir veriyorsun.” Demez mi? Aklınca bana hakaret ediyordu. Kızılbaşlığımla onur duyduğum halde, O nun bunu kötüye yorumlayarak söylemesini, aklınca bana hakaret sayması olarak söylediği için, kendisine en ağır bir hakaretle cevapladım ve öfkemi de almış oldum.
Ben Kızılbaş/Türkmen/Aleviliğimle onur duyuyorum, Otyam’da, inanmadığı anlaşılan, bu güne dek Hü… Alevi’ler diye yazdıkları ile kendisini nasıl savunacak.
Olayı Sayın Nadir Nadi’ye yazdım ve bir hafta içinde özür dileyen yanıtını aldım.
İşte Nadir Beyin mektubu:
“ Sayın Karsu, (İstanbul, 25.11.1976)
Mektubunuz beni çok üzdü. Ankara büromuzda çalışan arkadaşların, değil bir milletvekiline, herhangi bir vatandaşa karşı böylesi terbiye dışı bir davranışta bulunabileceğini havsalam almadı.
Durumu inceleyip gereğini yapacağım.
Özür diler, bu vesileyle saygılarımı sunarım.
Nadir NADİ “
NOT:
Fikret Otyam daha sonra Alevi/Kızılbaş/Bektaşi şenliklerine gitmiş, onur kurullarında bulunmuş, ayrıca birde Hacı Bektaş Belediyesinden Onur Belgesi almıştır. Bu belgeyi içine nasıl sindirebildi bilemedim. Bu belge neyi belgeliyordu?
Ben hep olduğum gibi göründüm, ya Otyam?