(Bu yazı 13.02.2010 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yayımlandı.)
Alevi Çalıştayı’nın 7. ve son toplantısının Kızılcahamam’da üç gün süren bir kamp çalışması sonunda uyumlu/olumlu bitirildiğinin duyurulmasına karşın; toplantının içeriğine, Diyanet’in süregelen direnişine ve AKP’nin yapısına bakınca, basında uçuşan bir takım (kısıtlı da olsa) vaatlerin havada kalacağından kuşku yok. Anlaşılan, bir türlü Sünnileştirilemeyen Aleviler, bu kez farkına da vardırılmadan, Şiiliğe yatkın hale getirilmek amaçlanıyor. Bu, Şiileri
Humeyni rejiminden sonra ancak Müslüman sayan Diyanet’in de kabulleneceği bir çözüm olur. Böylece Aleviler de Müslüman sayılır(!) ve herkes de rahatlar. AKP de başarmış olur(!)..
Alevi sorunlarını Sonuç Çalıştayı’nda görüşen katılımcılara şöyle bir bakarsak:
Bir tarafta; Alevi inancını hiçbir zaman benimsemeyen ve Cemevlerini dışlayan Diyanet Başkanlığının uzantıları ile İlahiyat Fakültelerinde Emevi İslamının öğreticisi durumunda olan (Yavuz’un Şeyhülislamı Ebu Suud’un ardılı) Ulema. Diğer tarafta ise; önceki çalıştaylara katılanlar arasından Sayın Bakan’dan iyi not almış olanlar ile (içlerinde bir zamanlar Saadet Partisinden aday olmuş olanlar da dahil) kendisinin ‘önder’ olduğunu, ‘dede’ olduğunu savlayan kimi Alevi dostlar(!).. Zaten son zamanlarda ortaya çıkan ve kendisini “Dede” ve “Alevi Önderi” sayanların, Çalıştay sayısına uyum sağlamak için(!) oldukça artış gösterdiği gözden kaçmamaktadır. Alevi/Türkmen inancı ve kaderi üzerinde yapılan bu onur kırıcı pazarlıkta kendisini “Yetkili Önder” sayanların, bu yetkiyi kimden aldıklarının sorgulaması da Alevilerce ayrıca yapılacaktır ve yapılmaya da değer…
Biz pazarlığın özüne gelelim: Benim inancımı pazarlık konusu yapmak Diyanet’in de, Ulemanın da, oraya katılan “Alevi Önderiyim” diyenlerin de haddi de değil, hakkı da hiç değil. Alevi/Türkmen’in Orta Asya Horasan kaynaklı, Anadolu toprağında başak vermiş, özde Türkçe olarak yorumlanan özgün bir inancı vardır. Bu inancını, bin yıldan beri Anadolu harmanında ( çileli de olsa, saklı-gizli da olsa) kelle pahası yorumlayarak yaşamıştır.
Şimdi bunu ‘‘özgürce yaşamak’’ ödülüne sayıp, Emevi İslamın, o da olamıyorsa Şiiliğin kurallarına bağlayarak, Cemevlerini Camileştirmek, Dedeleri de (nema payı ile) İmamlaştırmak ve bunu Alevilere duyumsatmadan, onları ümmet haline getirmek. Şeriatın kulu yapmak… Tüm amaçlanan da bu!..
Türkmen/Kızılbaş/Alevi; Emevi İslamını değil, bu ülkede, Demokratik Laik Sosyal Hukuku içerecek bir Anayasaya uygun olarak, özgün inancını saklamadan gizlemeden, özgür bir şekilde yaşamak istiyor. Bin yıldır çektiği çileye son vermek istiyor!..
Bunun için bu denli giz içeren toplantıların yapılmasına ne gerek var, ne de yarar var. İktidar ve Diyanet baklayı daha fazla oyalamadan çıkarmalıdır. ‘Dinde zorlama yok’ diyen Diyanet, Alevilerin inançlarını yaşadığı ve kültürünü yaşattığı yer olan Cemevlerine karşı çıkmakla dinde zorlama yaptığını kanıtlamış olmuyor mu?..
Aleviler, temel hak ve özgürlükleri olan inançlarının tartışma ve pazarlık konusu yapılmasını, onur kırıcı ve kendilerine saygısızlık olarak saymaktadır.
Alevinin ibadetini yaptığı Cemevlerinin yasallığının tanınmaması, Alevi çocuğuna kendi inancına uygun olmayan din eğitiminin (laikliğe de aykırı) zorla dayatılması, bu iktidar için de rejiminin ‘Demokrasi’ olduğu(!) söylenen bir ülke için de yirmibirinci yüzyılda büyük bir ayıptır!..
Vergisiyle 80 000 Cami, 120 000 imamı besleyen Aleviye Cemevi neden çok görülüyor.
Evrenin dönüşünü temsilen, Cemevinde, cem müziği eşliğinde, Yaratanla Birliğini Semah Dönerek aşkla yorumlamasının kime ne zararı var? Herkes inançlarında özgür değil mi?..
Bu uğurda kellesini vermiş Pir Sultan ne diyor: Dönen dönsün, Ben Dönmezem yolumdan!..
Bende diyorum ki: Hacı Bektaş Çeşmesinden Şeriatın Değirmenine Su Taşınmaz!..
Nurettin Karsu
15.-16. Dönem Erzincan Milletvekili