(Bu yazı 26.11.2010 günü Hürriyet Gazetesinde yayımlandı.)
CHP’nin iktidar olamayışının nedenlerini irdelemeye başlamadan önce bir anımı okuyucularla paylaşmak istiyorum. CHP’nin 1950 genel seçimleri yenilgisinden bir yıl sonraki 1951 Eylül ara seçiminde, İsmet Paşa’nın üç bakanı İsmail Rüştü Aksal, Nihat Erim ve Cavit Oral ( Adana toprak ağası) Aydın’da Milletvekili adayı gösterilmişti. DP’nin en güçlü olduğu Aydın’da CHP’nin tek umudu, bu güçlü bakanlarıydı. Bu umudu boşa çıkarmamak için tüm bölge elinden geleni yapmağa çabalıyor, biz gençler de mitingleri coşkulu tutmağa çalışıyorduk. Çevredeki, CHP Köy Ocağı bulunmayan Işıklı Köyü’ne el atarak, oradaki kahveciyi de ikna edip ‘CHP Işıklı Köyü Ocağı’ levhasını incir bahçesi içindeki köy kahvesine astık. Miting oldukça kalabalıktı. Kahveci, çıkardığı üç tahta sandalyeye oturan bu üç güçlü adaya, Ağustos sıcağında serinletmek için, üç bardakta ayran ikram etti; ama o anda da neye uğradığını bilemedi. Tepsiyi hangi adaya tuttuysa ayranlar ‘teşekkür’le elinde kaldı. Adaylar kahvecinin ayranını ötelemiş, zorla CHP’li yaptığımız kahveci, mitinge gelen halk ve bizler ise donakalmıştık. CHP’nin azametli bakanları köylünün ayranını içine sindirip içmedikleri için seçim heyecanıyla gelmiş olan halk neye uğradığını bilemeden, arkasına bakmadan homurdanarak dağılmış, bizler de şoka uğramıştık. Heyecan sönmüş, oylar DP’ye gitmişti.
Tek parti döneminin bu halka üstten bakış, ’ sosyal demokratım’ diyen bazı yöneticilerimizin genlerine işlemişti sanki… ‘Halkçıyım’ diye başa geçenlerimizin çoğu halkla bütünleşemediler.
Ezilen halkın sesini, kesilen nefesini, Anadolu yaylalarındaki hayvancılığın ve çiftçinin yok oluşunu, Çukurova ve Menderes ovalarında pamuğun ekilemeyişini, çiftçi ve topraksız köylünün tükenişini duyuramadık. Halkın arasına girip nefesini dinlemek yerine; halktan uzak durmayı, gereksinim olmadığı halde şehir dışına oval ofisli yeni bir lüks Genel Merkez binası inşa ederek, polit büronun daha da rahat olmasını yeğledik. Halk içinde saygın partilileri partiden bir bir uzaklaştırdık. Kongrelerde ne biz konuştuk ne de onları konuşturduk. Parti tüzüğünü AKP’den de esinlenerek demokratik hale(!) getirdik. AKP’nin din eksenli politikasının etkilerini, küçük yaştaki torunlarıyla, bayramlarda camiye giderek dengelemeye çalışan Deniz Bey, nedense, İnönü’nün bu gibi dini yarış konusunda söylediklerini adeta unutmuş göründü.
Milli gelirden fakirin %5, zenginlerin %56 aldığını, yoksulluğun ve yolsuzluğun dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir ortamda ’bir lokma –bir hırka’ ile uyutulan yoksul-işsiz halkımızı, haykırarak uyandırmayı beceremedik. Eskiden olduğu gibi, ülke sorunlarının Meclis Grubunda milletvekilleri ile tartışılması ve onların katkı yapmasına hiçbir zaman gereksinim duyulmadı. Zaten onlar da halkın değil, Genel Başkanın himmetiyle listeye girdikleri için, (genel başkanlarının dışında) söyleyecek sözleri yoktu. Milletvekili seçimleri için listeler yapılırken ‘ülkeye-halka hizmet’ değil, ‘genel başkana kulluk ve polit büroya bağlılık’ ölçüt alınıyordu. Özgürlüklerin kısıtlandığı, basının susturulduğu, hukukun vesayet altına alındığı, korkunun tüm ülkeye yayıldığı, dinciliğin egemen-bilimin ise suskun olduğu bir süreçte yaşanırken, Genel Başkanın Meclis Grubundaki haftalık konuşması ile yetindik. Peki, bütün bunlara karşın, partiden bir atılım- bir ivme bekleyen eski oydaşlar sandığa nasıl gidecekti?.. Kusur onlarda mıydı?.. 1973 ve 1977 seçimlerinde halkı sandığa götüren o gücün yaratılamamasının suçu, başta genel başkanlar olmak üzere, bizlerde değil mi?..
Bu seçimde; çekim gücü yaratarak, Cumhurbaşkanının, “cumhuriyetin sonu gelmiştir “ sözünü de akıldan çıkarmadan, Halkçı- Emekçi iktidarını kurmaya ve ‘bu cumhuriyeti yaşatmaya’ mahkûmuz!
CHP yeni yönetiminin, kendini kalıtsal hastalıklardan arındırarak, halka inip bunu başarmasını umutla bekliyoruz. Zaten, Atatürk Emaneti’ni başarılı kılmak o koltukta oturanların görevi değil mi?..
Nurettin KARSU
15.-16. Dönem Erzincan Milletvekili