Bir ‘Dersim Sürgünü’ olarak söylüyorum: Dersim’le Atatürk’ü sorgulamak, eğer cehalet değilse, ihanettir!..
Büyük Türk Hükümdarı Celaleddin Harzemşah’ın ordusuyla Türkistan’ın Horasan Vilayetinden gelerek, 10 Ağustos 1230 tarihinde Erzincan Yassıçimen yaylasında Anadolu Selçuklu ordularına yenik düşen Kızılbaş/Türkmen/Aleviler, Dersim kırsalını yurt tutmalarından sonra, çevre, bu Kızılbaşları içine sindiremedi bir türlü. Emevi İslam’ı ile barışık olmadığı için ‘dinsiz’ görülen, yok edilmelerine gerekçe göstermek için haklarında iftiralar türetilen, Yavuz Kırımlarıyla katledilen, tutucu devlet yönetimlerince hep ezilen, horlanan, tarım toprağından yoksun olan bu coğrafyada adeta kafese kapatılmış bir aslanı çağrıştıran, yoksulluğundan dolayı beyaz kaput bezinden başka giysisi olmayan Beyaz Donlu Dersimli ne yapacaktı?. Büyük bölümü çetin doğa koşullarında yaşamda kalmaya çabalarken, bazısı da çevreden kap kaç yapıp yaşama tutunmaya çalıştı.
İşte böyle bir ortamda, devlette ve etraf vilayetlerde etkin konumda olan tutucu-gerici çevreler, bu Kızılbaşların yok edilmesini istiyordu sürekli. Tutucu devlet yöneticilerinde Yavuz’dan beri biriken 500 yıllık kin, Cumhuriyet gelince iyice şaha kalkmıştı. Emevi İslam inançları ile de uyumlu olmadıkları için dışladıkları, insan konumunda görmedikleri, sürüye saydıkları bu Dersimlilerden kurtulmak istiyorlardı. Aşiret düzeni içinde ve kapalı bir çevrede yaşayan, 400 yıldır ezilen, kıyımlara uğrayan Dersimli’de de bıçak kemiğe dayanmıştı. Osmanlı jandarmasına dayanmıştı ama sevinçle, özlemle karşıladığı Cumhuriyet’in jandarmasının zulmüne dayanamıyordu. Dersimli, ‘Cumhuriyet geldi, din elden gidiyor’ demedi. Asırlardır şeriatın tokadını yediği için, Cumhuriyet’i, kendisini laik ve özgür kılacağı öngörüsüyle kutlayarak karşılamıştı. Ama öyle olmadı..
Kinleri ve yok etme duyguları kabaran, Yavuz Selim’in-Şeyhülislam Ebusuud ’un- Hızır Paşa’nın- Hırvat asıllı Kuyucu Murat Paşa’nın ardılları, Maraş, Çorum katliamlarını yapanların, Sivas Madımak ’ta 35 kişiyi yakanların babaları/dedeleri, Mustafa Kemal engeli nedeniyle bir süre sinmişlerdi. Ölümcül hastalığı nedeniyle Mustafa Kemal’in ülke yönetiminde edilgin hale gelmesi üzerine, etkili ve yetkili önyargılılar, bilenmiş kılıçlarını Dersimli’ye çekmede gecikmediler. Bu sefer işi bitirmek istiyorlardı. Dersimin halini yansıtan ılımlı raporlar (Vali Ali Cemal Bey) göz önüne alınmıyordu ama Dersimli’ye karşı kin ve nefretle beslenmiş (Müfettiş Hamdi) raporu öncelikle uygulamaya konuyordu. Kinler adeta şaha kalkmıştı.
CHP içinde olup da CHP’nin Altıok’unu bir türlü içine sindiremeyen Celal Bayar’lar, Cumhuriyet’i içine sindiremeyen Mareşal Fevzi Çakmak’lar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’lar, Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ’ler, Abdullah Alpdoğan Paşa’lar, Umumi Müfettiş İbrahim Tali, İhsan Sabri Çağlayangil… Dersim’in ve Dersimli’nin katline ferman yazdılar. Jandarma şiddeti katlanarak artıyordu. Olan silahlar toplandıktan sonra, olmayan silahlar için işkencenin her türlüsü deneniyordu. Ahırlara saklananlar, çıkarılıp, bıyıkları ve sakalları tek taraftan makaslanıp, gülünç duruma gelmeleri sağlanıyor, onurlarıyla oynanıyordu. Bizler çocuk halimizle, olanları gizlenerek korku ile deliklerden seyrediyorduk. Jandarma çok acımasızdı. Beyazdonlu’lara düşman gözü ile bakılıyordu. Jandarma, Azrail ile eşleşmişti.
Dersim’de tarım toprağı olmadığı için toprak ağalığı yoktu. Yoksul bir aşiret süreci yaşanıyordu. ‘Dersim İsyanı’ diye bir olguyu görmek olanaksızdı. Kocası tarla biçmeye giden evdeki geline sataşan jandarmaya karşı gösterilen tepki, yangına gerekçe arayanlara kıvılcım olmuştu. Daha sonraki her çatışmanın nedeni ise, jandarmanın bir önceki zulmüne gösterilen tepkiden kaynaklanmaktaydı. Okuryazarlığı olmayan ve zor koşullarda yaşayan Seyit Rıza, Dersim katliamının odağı haline getirilmişti. Onun kellesi alınırsa engel kalmaz kanısıyla, 75 yaşındaki ihtiyar, Kerbela şehitlerinin yasını tutarken, 16 yaşındaki oğluyla birlikte tutuklanır ve ‘Mustafa Kemal affeder’ korkusuyla, Atatürk henüz yoldayken, bir tatil gününün karanlık bir gecesinde apar topar asılır. Emevi İslam’ın darağacına çıkarken, ‘‘Evladı Kerbelayığ. Bi hatayığ. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir!” diye feryat eder. Şeyhülislam Ebusuud fetvası 500 yıl sonra bir kez daha uygulanıyordu…
Daha önce Atatürk’e gönderdiği, resmi arşivlerde bulunan mektupta: ‘..Şayet hükümet, hizmet ve sadakatimizden şüphe ederse, abavü ecdadımızın eskiden geldiği Yukarı Türkistan, Horasan Vilayetine bütün mensubini aşiretimizle hicret etmeğe himmet buyursun…’ dileğinde bulunan Seyit Rıza’nın yaşamı, Atatürk’ün hastalığı sırasında yetkiler zalimlere geçince, acımasız bir sonla noktalanıyordu. Daha sonra da… 1938 Temmuz-eylül ayları arasında, Atatürk Savarona’da ve Dolmabahçe’ de ölüm döşeğindeyken, bunu fırsat bilip devletin yönetimini ele geçirenlerin Dersim’de on binleri katletmeleri…
Aslında, Atatürk’ün milli mücadele arkadaşı Dersim Mebusu Diyap Ağa’nın memleketinde, yani Dersim’de isyan falan yoktu. Dersim’e yönelmiş bir kinin, nefretin ve öfkenin intikamı alevlenmişti. İnsanlar, mağaralara sokulup toplar ateşleniyor, onurları kırılarak topluca katlediliyordu… Dersimli’nin kutsal saydığı Munzur kan akıyordu…
Her gün toplu katliam haberleri alıyorduk. Toplu katliamlardan geriye kalan insanlar ise, bölünerek sürgüne gönderiliyordu. Sıra bize geliyor korkusuyla sabahlara dek uyuyamazken, ‘sürgün’ kapıyı çalınca biraz ferahlamıştık. Sarıkamış askeri Babam beni de yanına alıp, Erzincan’da Başsavcıya giderek, “Günahsız olarak sürgüne gönderiliyorum, engellemenizi diliyorum” ricasında bulunduğunda Başsavcı babama “Oğlum direnme, seni öldürecekler, çocuklarını al ve zaman geçirmeden sürgün yerine ulaş ’’ demişti. Sürgün edilenlerin mal ve davarları meydanlarda alıcı bulamadığı için koyun ve keçiler 35 kuruşa satılıyordu. Bizimkiler de öyle oldu.
Dönemin Cumhuriyet ve Laiklik karşıtları, katletme vahşetinin tadına kapılmışlardı. Şimdi de sırada Atatürk ve Laiklik var. O da halledilirse Şeriatın kapısı ardına kadar açılacaktır.
600 yıl önce İmam Gazali’ye karşı, “ Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyen Hacı Bektaş Veli Öğretisi ’ne sahip Dersim Kızılbaş/Alevi/Türkmen’i Cumhuriyete ve Laikliğe karşı isyan etmemişti. Kin ve intikam körlüğüyle halkı tanıyamayanlar, gariban, yoksul halkı isyankâr gördüler, çünkü işlerine öyle geliyordu. Mustafa Kemal karşıtları amacına ulaşmış, Dersimli susmuş, Munzur kan akmıştı…
İktidara oy vermeyen Dersimli’nin çilesi şimdi de bitmiş değil. Bu kez de Barajlar yapılıyor. Munzur susacak ve Dersimli, Dersim’i toptan terk etmek zorunda kalacak. Yavuz’dan beri dedelerinin yaptığını, torunlar tamamlamış olacak. Dersim haritadan silinerek birilerini rahatlatacak. Sultan Baba (Celâlettin Harzemşah), Munzur Baba ve Düzgün Baba’yı çağırmaktan başka, çaresi kalmayacak Dersimli’nin…
Çare; yaşanılanlardan ders çıkararak, çağdaş, laik, insan hak ve hukukuna saygılı bir toplumsal düzen için el birliği ile mücadele etmektir.
Evet; çektiğimiz acılardan sonra, Dersim katliamını, yapanlardan değil, Atatürk’le sorgulamak eğer cehalet değilse, ihanettir!.
Nurettin Karsu (15.-16. Dönem CHP Erzincan Milletvekili)